Yarın gidiyorsun ve bununla ilgili tek kelime konuşmak istemiyoruz ikimizde. Bu sefer farklı bir gidiş bu, biliyoruz. Öyle sadece bir ülkeden diğerine gitmeye de pek benzemiyor aslını istersen. Bundan üç ay önce gelen senle, şu an gitmek üzere olan sen ve bundan üç ay önce seni gören benle, şu an seni yolcu edecek olan ben arasında bile öyle büyük farklar var ki gözle görülmeyen. İki bitiş iki başlangıç her ikimizi de bir araya getiren belki de dostluğu başlatan. Gidiyor olmandan kaynaklı gerilimi azaltmak için iki gün önce katılmak zorunda olduğum bir düğün töreninden bahsediyorum sana. Yanımdaki arkadaşlarımdan birinin damadın abisine olan anlık aşkını ve ‘bu kadar yakışıklı bir adamın bu kadar yakışıksız bir karısı olamaz’ diyen sitemli şapşal konuşmasını anlatıyorum güldürmek için seni. Ne giydiğimi soruyorsun bana “Özlem’in nişanına giderken giydiğimi” diyorum omzumu silkerek. Özenilmemiş ama orada olmak zorunda olduğumuz mekanlardan birini daha anlatmak istercesine.
Çaylarımızı koyuyoruz cam fincanlara. İnce belli, küçük bardak dışında bardak kullanmayan ben, sadece senin evinde içiyorum fincanda çayı. Hem de sevdiğim bardaklardan mutfak dolabında yığınla varken. Peyniri uzatıyorsun bana, yumuşak çok lezzetli bir peynir olduğunu söylüyorsun. Sabah aldığın taze simitlerden bir parça alıyorum. Yumuşak peyniri simidin içine sürüp yanına da taze maydanoz ve nane koyuyorum. Mini sandviçim hazır.
Sen hep dolapların yetersiz olduğunu söylediysen de kocaman bir mutfak aslında burası. Kaloriferin tam yanında duran yuvarlak masada sayısız kez kahvaltı yaptık birlikte. Tıpkı bu sabahki gibi, iki kişiyiz diye açmadığın yuvarlak kahvaltı masasına kahvaltılıkları koymaya başladıktan sonra yer kalmadığı için büyütelim dünyamızı diyerek özenle yuvarlağın diğer tarafını ortaya çıkardığımız gibi aramızdaki o özel dostluğu da yıllar içinde getirdik bu günlere.
Simitler kurumaya başladı. Çiçek ekmekten kopartıyorum elimle. Aldığın kararlardan bahsediyorsun sende bu sırada. Hatta ileri de bir çocuk yapmayı planladığını da burada öğreniyorum. Büyümek bu olsa gerek. İki gün önce köpeğim hastalandığında seni aradığım geliyor aklıma. ‘Şimdi sırası değil bu hastalığın’ demiştin bana. Ne de güzel gelmişti o cümle. İki gündür ne zaman istemediğim bir şeyle karşılaşsam şimdi sırası değil derken buldum hep kendimi. İnsan samimiyetle kurulan her cümleyi nasıl da baş tacı edebiliyor yaşamında.
Aynı gün korkularımızdan da konuşuyoruz seninle, korkmanın yaşamayı ne kadar engellediğini söylüyoruz birbirimize. Yine aynı gün bana asılan 6o’ını aşkın adamı gülerek anlatıyorum sana. Gitmeden yıkaman gereken çamaşırları ayırıyoruz bir ara. Dolabın üzerinden büyük valizi indiriyoruz aşağıya. Gidişinin üzerine hiç konuşmasak da hazırlıklarını yapıyoruz mecburen.
Dönüş tarihi belli olan bir yolcuğuna uğurlarken seni, kendi iç dünyamızdaki ara istasyonlardan birinde çay bardaklarımızı kaldırıyoruz:
Dostluğumuza!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder