3 Mayıs 2011 Salı

DOSTLUK ÜZERİNE BİR EV KAHVALTISI

Neredeyse 24 saat sürecek bir veda kahvaltısı bugünkü. Önce rutinimden bir gün çaldım senin için. Sonra da pijamalarımı ve köpüşüm Parfeyi kaptığım gibi geldim sana. Bir gece önce zehirlendiğini söylediğin için sarı güller aldım sana, trafikte arabaların arasında gezen Çingene kadından. Sen kahvaltıyı hazırladın ben de kuru et getirdim sizin köşedeki bakkaldan. Sen de severim diye dibek kahvesi almışsın yemek sonrası için. Koca bir tabak maydanoz ve yanında yine kocaman bir tabakta duran taze nane var masanın üzerinde.
Yarın gidiyorsun ve bununla ilgili tek kelime konuşmak istemiyoruz ikimizde. Bu sefer farklı bir gidiş bu, biliyoruz. Öyle sadece bir ülkeden diğerine gitmeye de pek benzemiyor aslını istersen. Bundan üç ay önce gelen senle, şu an gitmek üzere olan sen ve bundan üç ay önce seni gören benle, şu an seni yolcu edecek olan ben arasında bile öyle büyük farklar var ki gözle görülmeyen. İki bitiş iki başlangıç her ikimizi de bir araya getiren belki de dostluğu başlatan. Gidiyor olmandan kaynaklı gerilimi azaltmak için iki gün önce katılmak zorunda olduğum bir düğün töreninden bahsediyorum sana. Yanımdaki arkadaşlarımdan birinin damadın abisine olan anlık aşkını ve ‘bu kadar yakışıklı bir adamın bu kadar yakışıksız bir karısı olamaz’  diyen sitemli şapşal konuşmasını anlatıyorum güldürmek için seni. Ne giydiğimi soruyorsun bana “Özlem’in nişanına giderken giydiğimi” diyorum omzumu silkerek. Özenilmemiş ama orada olmak zorunda olduğumuz mekanlardan birini daha anlatmak istercesine.
Çaylarımızı koyuyoruz cam fincanlara. İnce belli,  küçük bardak dışında bardak kullanmayan ben, sadece senin evinde içiyorum fincanda çayı. Hem de sevdiğim bardaklardan mutfak dolabında yığınla varken. Peyniri uzatıyorsun bana, yumuşak çok lezzetli bir peynir olduğunu söylüyorsun. Sabah aldığın taze simitlerden bir parça alıyorum. Yumuşak peyniri simidin içine sürüp yanına da taze maydanoz ve nane koyuyorum. Mini sandviçim hazır.
Sen hep dolapların yetersiz olduğunu söylediysen de kocaman bir mutfak aslında burası. Kaloriferin tam yanında duran yuvarlak masada sayısız kez kahvaltı yaptık birlikte.  Tıpkı bu sabahki gibi, iki kişiyiz diye açmadığın yuvarlak kahvaltı masasına kahvaltılıkları koymaya başladıktan sonra yer kalmadığı için büyütelim dünyamızı diyerek özenle yuvarlağın diğer tarafını ortaya çıkardığımız gibi aramızdaki o özel dostluğu da yıllar içinde getirdik bu günlere.
Simitler kurumaya başladı. Çiçek ekmekten kopartıyorum elimle. Aldığın kararlardan bahsediyorsun sende bu sırada. Hatta ileri de bir çocuk yapmayı planladığını da burada öğreniyorum. Büyümek bu olsa gerek. İki gün önce köpeğim hastalandığında seni aradığım geliyor aklıma. ‘Şimdi sırası değil bu hastalığın’ demiştin bana. Ne de güzel gelmişti o cümle. İki gündür ne zaman istemediğim bir şeyle karşılaşsam şimdi sırası değil derken buldum hep kendimi. İnsan samimiyetle kurulan her cümleyi nasıl da baş tacı edebiliyor yaşamında.
Aynı gün korkularımızdan da konuşuyoruz seninle, korkmanın yaşamayı ne kadar engellediğini söylüyoruz birbirimize. Yine aynı gün bana asılan 6o’ını aşkın adamı gülerek anlatıyorum sana. Gitmeden yıkaman gereken çamaşırları ayırıyoruz bir ara. Dolabın üzerinden büyük valizi indiriyoruz aşağıya. Gidişinin üzerine hiç konuşmasak da hazırlıklarını yapıyoruz mecburen.
Dönüş tarihi belli olan bir yolcuğuna uğurlarken seni, kendi iç dünyamızdaki ara istasyonlardan birinde çay bardaklarımızı kaldırıyoruz:
Dostluğumuza!

29 Ocak 2011 Cumartesi

BARIŞMAK ÜZERİNE

Ne kadar uzun zamandır Moda’ya gelmemişim. Oysa ne çok severim bu semtin enerjisini. Dar sokaklar, birbirine yapışık düzen binalar, evlerden gözüken kütüphaneler. Sokaklar neredeyse günün her saati kalabalık, kaldırımlarda oturanlar, sahilde yürüyenler, denize girenler, banklarda kitap okuyanlar, Ama galiba burayı bu kadar enerjik yapan birbirine daima gülümseyen Moda’lılar.

‘Van Kahvaltısı’ yapacağız bugün, başımızın üzerinde asma yapraklarının arasından sarkan üzümlerin altındaki tahta masalarda. Tam bir aile işletmesi gittiğimiz yer. Hatta öyle ki kahvaltı için mekana gelen kuzenlerini bile mekanın yoğunluğundan dolayı içerde çalıştırıyorlar. Sahil on adımda ulaşabileceğiniz kadar yakın. Bu da kahvaltı sonrası için güzel bir yürüyüş demek aynı zamanda.

ANGO'NUN LEZZET MUTFAĞI

Sizde benim gibi kahvaltıyı çok sevenlerden misiniz? Hatta işi abartıp Pazar kahvaltılarını bir ayin gibi yapanlardan mısınız?

Masanın bir ucundan diğer ucuna uzanan kolların birbirine karıştığı, çayı biten, ekmek isteyen, tuz bekleyen, sayıca çok ama kalabalık gelmeyen, herkesin cümlelerinin birbirine karıştığı ama gürültülü olmayan.. İnanın sabah kahvaltılarından daha güzel bir öğün yok benim hayatımda...

Bu nedenle de, upuzun masaların üzerinde duran şık tabaklardaki sıradan yemeklerden azar azar tabağıma aldığım, kırmızı rujlu kadınların topuklu ayakkabıları ile çimenlerde yürümeye çalıştığı, garsonların adını bile  bilmediğim,ben terliklerimi çıkartıp çimenlere basarken yan masadaki kadının, çimenlere oturan oğluna neredeyse çığlık atarak ‘kalk yerden kirlenecek üstün’ bağırtısını duyduğum yerlerden oldum olası kaçtım.. O yüzden de evimde ya da bir dostumun veya ailemin evinde değilsem gittiğim yerin hep önemi oldu.